ABD eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld,30 Mart 2003’te ABC’nin ‘Bu Hafta’ programında; ” Irak’ta nükleer silahların nerde olduğunu biliyoruz. Tikrit ve Bağdat’a yakın, doğu, batı, güney veya kuzey bölgelerinde yer alıyor. Bunlar bulacağız “diyordu. Sonuç ise kocaman bir HİÇ.
Aynı ABD, 1985-1990 yılları arasında Saddam Hüseyin’e, Bacillus Antracis, Clostridum Botulinum, Hostoplasma Capsulatum Brucella Melitensis gibi kimyasalların satışına onay vermiş ve bu silahlar Halepçe’de kullanılmıştı.
Dönemin ABD Başkanı George Bush ise Denver’e bağlı Colorado’da 28 Ekim 2002’de yaptığı açıklamada; Saddam Hüseyin’in ABD ve ABD’nin dost ve müttefikleri için artık bir tehdit unsuru olduğunu ve nükleer silah geliştirmekte olduğunu ve El Kaide ile bağlantısı bulunduğunu vurguluyordu.
ABD tarafından Irak’a yapılan müdahale sonunda nükleer silahların olmadığı ortaya çıkınca bu sefer de ABD yetkilileri; “We are there to protect the oil fields of Iraq!” (Irak’ın petrol sahalarını korumak üzere oradayız) açıklamasını yaparak adeta gerçek işgal niyetlerini gizlemeye çalışıyorlardı.
20 Mart 2003’te ABD’nin ilk bombaları Irak üzerine atılmaya başlandığında, Irak savaşını yorumlayan 840 Amerikan kaynağından sadece dört kaynak savaş aleyhtarlığı yapıyordu. Örneğin, CBS Haber sunucusu Dan Rather bile, CNN’den Larry King’in programında yaptığı açıklamada; “ülkem savaşta iken, ülkemin kazanmasını arzu ediyorum” diyerek enternasyonalist kimliğini bir tarafa itiyordu.
MSNBC ve NBC’den Brian Williams da bildik çizgisinden uzaklaşarak Irak’taki masum insanların katliamına göz yumuyordu.
Amerika, ‘Yeni Amerikan Çağı Projesi’(PNAC) dahilinde, neo-muhafazakarlardan Paul Wolfowitz, William Kristol , Donald Rumsfeld ve Richard Perle, 26 Ocak 1998’de yaptıkları ilk açıklamada; ABD dış politikasında ana hedefin Saddam ve rejiminin iktidardan uzaklaştırılması olduğunu vurguluyorlardı.
George Bush’un iktidara geldiği 2000 yılında, Irak’a müdahale süreçi hız kazandı. Daha sonra meydana gelen 11 Eylül hadisesi ile ABD, Müslümanlara karşı daha radikal ve sert önlemler almaya başladı. Bunun sonucu olarak, ABD’de çoğunluğu öğrenci olan 5000 kişi sorgulandı. Bunlardan önemli bir kısmı suçsuz olmalarına rağmen FBI tarafından sorgulandıktan sonra altı ay ceza evlerinde tutuldu.ABD’de, 11 Eylül bahanesiyle Müslümanlara yönelik adeta cadı avına başlatıldı. Bu politik atraksiyon, Amerikan kamuoyunun da Müslümanlara yönelik bakış açılarını önemli ölçüde etkiledi.
11 Eylül’den bu yana ABD’nin Ortadoğu politikası “İslami Terör” üzerine inşa edilmiş olup, bugünkü Ortadoğu’da yaşanan kaotik durumun ana nedenine de zaviyeden bakmak gerekir kanaatini taşıyoruz.
Ortadoğu’da Irak ile başlayan ve bütün bölgeye yayılan istikrarsızlık sonucunda meydana gelen vekalet savaşları özellikle Yemen, Suriye ve Irak üçgeninde büyük açmazlara neden olmaktadır.
Bu bağlamda, Suriye’de yaşanan son gelişmelerin nasıl sonuçlar doğuracağını ve ABD’nin asıl amacının ne olduğunu tahmin etmek güç olmasa gerek.
Şu anda Suriye’deki çocukların feryadına sessiz kalmamak amacından çok, İsrail’in beklentilerine nasıl cevap vermek gerektiği önemsenmektedir. İsrail’in güvenliğine tehdit oluşturabilecek unsurların hedef alınması bunun göstergesidir.
Suriye’de mevcut durumun bu noktaya gelmesine ve yüzbinlerce masum insanın ölmesine, yurt dışına göç etmesine, yurt içinde göçe zorlanmasına, Esed güçleri tarafından binlerce kez varil bombalarına maruz kalmalarına seyirci kalan ABD, Kudüs’ü başkent ilan etmesinden sonra ikinci adım olarak İsrail’in güvenliği ve yayılmacı politikalarına destek olacak mahiyette yeni adımlar atmaktadır.