MARDİN TARİHİ
“Ardından geliyor bak Güneşiyle bulutuyla gökyüzü Bütün şehir, bütün deniz, yeryüzü, Sen de kaçma bu şehirden Yalnız bırakma beni.” Cahit IRGAT
Eski güzel ve kıskandırıcı boyuttaki binaların, konakların, kiliselerin, taş köprülerin, çan kulelerinin, minarelerin, aqua duck’ların ve kalelerinin yapılışında olağanüstü katkıları olan büyük mimarların çok etkileyici tarzda taş süsleme sanatları ve binaların belirli kısımlarındaki süslemeleri ve taş Mardin, Kuzey Mezopotamya’nın kalbine hükmeden, stratejik olarak büyük ve ulaşılması zor olan bir dağın üzerine çok güzel şekilde inşa edilmiştir.
Taşa ait tüm karakteristik özelliklerin bir araya geldiği Mardin’de, sosyal boyutlar da bin yılların kültür birikiminin demlenmiş tüm farklı unsurlarını bir arada tutan kuşaktan kuşağa fısıltılarla kucaklaşan bir medeniyet vahası görünümündedir adeta. Şu ana kadar, Mardin’de kullanılan taş işçiliğinin çok uzun ve serüvenli bir geçmişi vardır. Farklı medeniyetlere yön veren Kuzey Mezopotamya ‘nın bu eşsiz kenti yalnızca taşa değil, birçok medeniyetlere de hayat vermiş güzide bir yerdir. Mardin’de taşın ana unsur olarak kullanımına Sümerler döneminde başlanmıştır, birçok medeniyette olduğu gibi, Romalılar ve Sasaniler dönemlerinde de aynı şekilde kesintisiz devam etmiş, Bizans ve İslam dönemlerinde ise en iyi şekilde uygulanmıştır. Savur, Dara, Nusaybin, Midyat ve özellikle Mardin’deki taş atölyeleri bölgemizdeki şehir planlamasına yeni soluklar getirerek Mardin’i çok çarpıcı bir şekilde “Taş Kent” konseptine sokmuşlardır. Konakların duvarları düz ve yüksek olmasına rağmen, ana girişler ise fanteziye dönüşerek taş işçiliğinin altın kuyum ustasının eserini aratmayacak farklılıkta ve güzellikle olmasına özen gösterilmiştir. Farklı medeniyetin siluetleri adeta taşa yansımıştır. Geçmiş medeniyetlerin kültürel ve sanatsal konularda Mardin’de oynadığı rolü en güzel ortaya koyan taş olsa gerek. Yüzyıllarca taşın harcına farklı unsurları katılarak, ortaya sevgi, hoşgörü ve kalbî muhabbet ve birliktelik çıkmıştır. Bu nedenle, Mardin’i ifade ederken, Dara’da görülebileceği gibi, yalnızca salt harabeleri değil, binlerce yıl süregelen medeniyetlerin multi-kültürel arka planlarını da göz ardı etmemek gerekmektedir. Mardin’in bir arada katmanlaşan farklı medeniyetlerini kısaca aşağıda sıralamak mümkündür; Tarih öncesi kültürler: Mardin’in medeniyetini özetleyen hammaddeler “taş ve kil” olup, eski çağlardan
kalan sanat eserleri ve taş abidelerin sayılarına münhasıran Mardin, diğer hiçbir medeniyetin elinde bulunmayan “KİL MÜHRÜ” elinde tutmaktadır. Şu anda dünyada ve özellikle Mezopotamya’nın etki alanına giren bölgelerde kil, yazının başka bir değişle öğrenmenin en önemli belirleyici faktörü olmuştur. Mardin birçok farklı dil, din ve kültür mozaiğiyle farklı tarihi süreçlerden geçmesine rağmen, özellikle Mezopotamya ve Mısır’da görülebilen büyük boyuttaki birlik ve beraberliği sergilemektedir. Medeniyet tarihi boyunca, her çağ yeni ve farklı bir çağı doğurmuştur. Kuzey Mezopotamya’nın önemli bir kenti olan ve Müsteriyen sürecinden(M.Ö.50.000) beri yerleşim yeri olarak kabul edilen Mardin, daha sonra hububat üretimi ekonomisinin başladığı dönemlerdeki sürekli yerleşim alanları içerisinde kendisine önemli bir yer oluşturmuştur. Hala Mezopotamya’nın dağlık sınırlarında, Jermo’nun Neolitik yerleşiminde sırayla 3.000 yıllık geçiş dönemlerini izlemek mümkündür. En erken çömlekçilik, evcilleştirilmiş hayvanlar ve ekili topraklar buradaki sürekli yerleşim başlangıcının M.Ö. 6750 civarında tarihlenebileceğinin göstergesidir. Bu süreç, Dicle’den Akdeniz’e kadar uzanan site devletlerinin egemen olduğu dönemlerdir. Tell Halaf olarak bilinen süreçte, Habur nehri üzerindeki bir sitede bakır M.Ö. 4.500’de işlenmeye başlanmıştır. Burada daha büyük oranda hububat ve evcil hayvanlar görülmekte olup, teknik gelişmeler, tekerlekli araçlar, taş kaplamalı yollar, tonoz prensibinin ustalığı ve yüksek dereceli fırınlardan oluşmaktadır. Mezopotamya’nın ve özellikle Mardin’in en eski yerleşimcileri, yazılı anıtlardan, yazılı gelenek ten, Sümerlerden başka, Akadlar veya Akadlardan önce M.Ö. üçüncü milenyumun sonlarına doğru Kuzey Mezopotamya’da görülen ve Hurilerin ataları veya yakın akrabaları olan Subarulardır. Bunların Mardin’deki mevcudiyetleri bilinmekle birlikte, geçmişleri ve göç rotalarıyla ilgili kesin ifadeler bulunmamaktadır. Şimdiye kadar etkileri belirtilenlerden daha fazla olması kuvvetle muhtemeldir. M.Ö. 4.ve3. Milenyumlardaki dönüşümlerle, tarih öncesi bitmek bilmeyen karanlık dönemler sona ermiş ve yazının mevcudiyeti ile ilerlemeler başlamıştır. İsimler, konuşma ve hareketler; bütün olarak kelime ve heceleri temsil eden şekillerden oluşan bir sistemle ortaya konuldu. M.Ö. yaklaşık üç binde, Erech’teki merkezde muhtemelen Sümerler silindirik mühür ve yazının ortaya çıkışı dâhil, binalarda da taş kullanmaya başladılar. Bu arada Akad(M.Ö. 2334-2154) hanedanlığından önceki yazılan hemen hemen bütün dokümanlar Sümer dilinde yazılmıştır. Sümer dili bitişken bir dil olup, farklı dilbilgisi kurallarını ve ilintilerini ifade eden önek ve sonekler isim veya fiil köküne bir sıra ile eklenmişlerdir. Buna bağlı olarak, M.Ö. 4. Milenyumda Mardin daha sonraki dönemlerde görülebileceği gibi birçok farklı unsurlardan oluşmaktadır. Sümerler ve onların mirasçıları, Sümerlerin yönetimdeki rollerine rağmen, diğer unsurların tarihi rolleri hiçbir zaman diğerlerinden daha aşağılarda olmamıştır. Daha sonra gelen yarım milenyumda Mezopotamya’da Sümer şehir devletlerinin gelişimi görülmüştür. Sümerler aynı zamanda, gelecekteki iki milenyumda Mezopotamya kültür çerçevesinin büyük çoğunluğunu ortaya koymuşlardır.
AKADLAR( M.Ö.2350-2000): Akadların ve diğer Akad öncesi ismen bilinmeyen Semitik unsurlar tahminlere göre az çok göçebe bir hayat sürmekte oldukları görülmüştür. Bununla birlikte, evcil koyun ve keçi sürülerine sahip olduklarından sulu alanlardan bir günlük yürüyüş mesafesinden daha fazla bir zaman alacak olan bir yerde konaklamamaktaydılar. Mezopotamya tarihinde ve özellikle Mardin tarihinde 2350 yılını tarihi bir dönüm noktası olarak ele almanın birçok nedeni bulunmaktadır. Birincisi, Mezopotamya toprakları üzerinde ilk defa bir imparatorluk yükselmiştir. Bu imparatorluğun itici gücü de Akadlardır. Sümerlerle yan yana duran bu unsur adeta onlarla anlamdaş oldular. Akadları en önemli yöneticileri Sargon, Rimuş, Maniştusu, Naram-sin ve Şar-kali-şarri olup, bu yöneticiler 142 yıl hüküm sürmüşlerdir.
BABİL DÖNEMİ: Sümerlerin Rönesans’ı, ikinci milenyumda Hamurabi’nin Birleşik Krallığında pik noktasına ulaştı. Bu dönemde Mezopotamya, küçük devletlerden oluşan bir mozaik idi. Hamurabi, koalisyon unsuru üzerine yetenekli bir şekilde oynayarak, kendisinden önceki yöneticilerden daha güçlü oldu. Hamurabi’nin oğlu Samsuiliuna( M.Ö. 1749-1712) döneminde Babil İmparatorluğu büyüklük olarak büyük oranda çöküş dönemine girdi. Politik birlikteliğin gevşekliğine rağmen, Babil dönemi aktif entelektüelliğin prim yaptığı ve çoğaldığı bir dönem olmuştur.
HURİLER: Huriler eski yakın doğu medeniyetinin yörüngesine M.Ö. üçüncü milenyumun sonlarına doğru girdiler. Huriler, dönemlerinin yüksek noktasına ancak ikinci milenyumun ortalarına doğru kavuşabildiler.15.yüzyılda, Alakh ağır bir şekle Hurileşti ve Mitanni İmparatorluğunda, Huriler en güçlü nüfus yapılarıyla önde gelen bir unsur oluştular.
MİTANNİ VE HURİ KIRALLIĞI: 1600’den sonra Mezopotamya’da Semitik devletlerin zayıflaması üzerine, Huriler bu bölgede daha köklü bir şekilde yerleşmelerine ve Asya Minör(Anadolu)’ün doğusunda, Mezopotamya ve Suriye’de sayısız küçük devletler oluşturdular. Kısa bir süre sonra, 1500’den itibaren Mitanni Krallığı Mezopotamya’da Habur Nehri’nin kaynaklarının yanlarında oluşmaya başladı. Dâhili karmaşıklıklardan dolayı zayıflayan Hitit ve Asurların Mittani Krallığı, hiç şüphesiz büyük bir politik felakete dönüştü. Bununla beraber, son dönem Babil şehir kültürünün çöküşünü hızlandırdı. Mezopotamya(Özellikle Nisibis) M.Ö. birinci yüzyılda Ermenilerin büyük etkisi altında kaldı fakat Phraates III( M.Ö.70-58/57’de hüküm sürdü)buraları yeniden geri alarak Partlara bağladı. Yakın Doğu’da Roma gücünün yükselmesiyle birlikte, Mardin’de Roma ve Partlar arasında bir sınır oluşturdu. Nusaybin Part kontrolünde oldu.
ROMA İMPARATORLUĞU: Roma lideri Crassus M.Ö. 54’te Mezopotamya’nın içlerine geldi fakat Partlar tarafından M.Ö.53’te Harran(Carrhae)’da yenilgiye uğrattı. M.S. 114-117 yıllarında İmparator Trajan’ın, M.S. 115 ve 116’da yaptığı iki seferle Partların gücünü kırarak bölgeyi fethetti ve buraları Roma kenti yaptı. Fakat Trajan’ın ölümünden sonra, Hadrian buraları yeniden Partların egemenliği altına soktu.165’ten itibaren, Romalılar yeniden Mardin dâhil, Mezopotamya’nın kuzeybatısını fethettiler. Roma İmparatorluğunun etkisi ve hükümranlığı Bizans’ın M.S. 330’de yeni Roma oluşuna kadar devam etti. Üçüncü yüzyıldan, yedinci yüzyılın başlarındaki İslam’ın yükselişine kadar, Mezopotamya Romalılar ve( 6.ve7.yüzyıllarda Bizanslılar) Partların mirasçısı olan Sasaniler arasında adeta bir savaş alanına dönüştü. Partlar döneminde olduğu gibi, Romalıların etkisi ülkenin kuzeybatısında Anadolu’ya yakın olan Harran, Edesa(Şimdiki Urfa), Nusaybin, Dara, Mardin ve Savur bölgelerinde yoğunlaşmıştı. Bu zaman zarfında, Nusaybin Nesturî Hristiyanların belli başlı merkezi haline dönüşmüştür.
BİZANS İMPARATORLUĞU: 330 yılında, Troy, Antakya ve İskenderiye dikkate alındıktan sonra, Konstantiniye(İstanbul) Roma İmparatorluğunun başkenti oldu. Böylece Bizans yeni Roma oldu. Yedinci yüzyılda Mardin Araplar tarafından fethedildi.
ARAP FETHİ: Miladi 641’deki Arap fethinin sürecinden sonra, Mardin Mezopotamya’nın önemli bir kenti olmaya devam etti. Buna ek olarak, Beni Tağlip, Bekir ve Tamim gibi ünlü Arap aşiretleri Mardin tarihinde çok önemli roller oynadılar. Mardin kenti Mekke’deki Halifeliğe bağlı idi. Emevi halifesi Damaskus(Şam)’a taşınınca, Mardin genel valiler tarafından yönetilen bir kent oldu. Miladi 750’ye doğru Abbasiler Mezopotamya’nın Kufe kentinde, İspanya’daki Emeviler hariç, tüm bölgelerde Emevi Halifeliğin yerini aldılar. Abu Abbas el Saffah dönemindeki Emevilerin son dönemlerinde savaşlar sonucu Abbasiler güçlerini kabul ettirdiler. Abbasi Halifeliği, Pers kültürünün Mezopotamya’nın politik ve kültürel etkinliğinde önemli rol oynadığı beş asır boyunca hükümranlığını sürdürmüştür.
HAMDANİLER: Miladi 895’de ortaya çıkan ve Mardin’de büyük şöhret olan Hamdaniler, 10 yüzyılda Musul’da bağımsız bir emirlik kurdular. Bizzat Abbasi halifesi zaman zaman Hamdanilerden direk yardım taleplerinde bulunuyordu. Mardin’deki Hamdanilerin hükümranlığı M.S. 978 yılına kadar
devam etti. Büveyhilerin üstünlüğünde Hamdanilerin gücü iyice azaldı. Abbasî halifesi onları kendi politik ve dini amaçları için serbest bıraktı. Bölgenin kontrolü 1012’ye kadar Ukaylilerin elinde idi. El Cezire’nin kuzeyi(Kuzey Mezopotamya) ise Kürt olan Ibn Mervan’ın elinde idi.
SELÇUKLULAR: Büveyhilerin gücü zayıflayınca, Selçuklular Mervanileri (Ibn Mervan) 1089 yılında Nusaybin’de yenilgiye uğratarak Mardin bölgesinin yönetimi ellerine geçti.
ZENGİLER: Miladi 1127’de, Sultan Mahmut Zengi’yi Musul sorumlusu olarak atadı. Kendisi şehrin kontrolünü iyice eline aldıktan sonra, Miladi 1130’da sefere çıkarak, Artukluları yenilgiye uğratıp, Nusaybin, Sincar ve Harran’ı aldı.
ARTUKLULAR: Artuklular, Türkiye’nin doğusunda uzun süreli hüküm sürdüler. Mardin bölgesini bağımsız olarak ve Eyyubi, Memluk, İlhanlı ve Karakoyunlu hükümranlıkları altında on birinci yüzyıldan, on beşinci yüzyılın başlangıcına kadar yönettiler. İlk Artuklu, Döger Türkmen boyu aşireti, Selçukluların Malazgirt zaferinden sonra, 1073 yılında Anadolu’ya gelerek Selçuklu Melikşah’ın komutasında hizmet görmeye başladı. Artuklular daha sonra Mardin’e yerleşerek Mardin’de küçük bir krallık(melik) kurdular. Selahaddin-i Eyyubi’nin bölgedeki etkisi, Artukluların gücünü iyice zayıflattı. Miladi 1234 yılından sonra yalnızca Mardin şubesi ellerinde kaldı. 1260’ta, El Malik el Said, Moğollara karşı mücadele verdi, fakat oğlu El Muzaffer, Moğolların hükümranlıklarını kabul ederek, Mardin hanedanlığını kurtardı. Artuklular, İlhanlılara sadık olarak hizmet verdiler. Artuklular askeri bir güç olup, Arap kültürüne büyük saygı göstererek, Müslüman ve diğer dinlere bağlı olanlara büyük hoşgörü gösterdiler. Sultan Salih, Karakoyunluların Mardin’i almaları üzerine, Mardin’i Musul ile değişerek böylece buradaki Artuklu hükümranlığı sona ermiştir. MOĞOLLULAR(İLHANLILAR): Moğollular, göçebe Doğu Asya aşiretlerinden oluşmaktadırlar. Cengiz Han’ın torunu olan Hülagü, Pers İlhanlı hanedanlığını oluşturdu. Pers İlhanlıları doğunun büyük Hanı’na bağlıydılar. Abu Said, Arap adını alan ilk İlhanlı hükümdarı idi, onun 1335 yılındaki ölümünden sonra Pers İlhanlı İmparatorluğunun dağılmasının dönüm noktası oldu. İlhanlılar, Artuklular döneminde Mardin’de hükümranlık sürmüşlerdir. Mardin’deki hükümranlıkları Abu Said’in 1335’teki ölümüyle sona ermiştir.
TİMURLENK: On beşinci yüzyılın başlangıcında, Timur, Mardin ve diğer şehirleri işgal etmek üzere Anadolu’ya doğru sefere çıktı. Mardin kenti Timur’un işgaline uğrayarak yakılıp, yıkıldı.
KARAKOYUNLU DÖNEMİ: Karakoyunlu Devleti’nin hükümdarı olan Kara Yusuf, 1406’dan sonra ülkesini yeniden tesis ederek Mardin, Erzincan, Bağdat, Azerbaycan, Tebriz, Kazvin ve Sultaniye’yi fethetti. Ölümünden sonra ülke büyük bir kaosun içerisine sürüklendi. Mardin’de doğan Cihanşah ülkede yeniden birliği sağlamak için çaba saffetti fakat Akkoyunlu Devletinden Uzun Hasan tarafından Mardin’de bozguna uğradı. Böylece ülke Akkoyunlu Devleti’nin hegemonyası altına girdi.
AKKOYUNLU DÖNEMİ( 1350-1502) Tur Ali Bey’in liderliğinde bir birlik olarak ortaya çıktı. Akkoyunlu Devleti’nin gerçek kurucusu Kara Yülük Osman Bey’dir. Akkoyunlu Devleti’nin en güçlü olduğu dönem Uzun Hasan’ın iktidar dönemidir. Bu arada, 1473’te Osmanlı Sultanı Mehmet ’e Otlukbeli savaşında yenik düşülmesi, Uzun Hasan için çok ağır bir kayıp oldu. Bu yenilgi sonrası Akkoyunlu Devleti’nin çöküş süreci içerisine girmesini hızlandırdı. Bu gelişme Şah İsmail hükümdarlığındaki Safavi Devletinin oluşması önündeki yolu açmış oldu. Akkoyunlular döneminde Mardin çok önemli kültürel gelişmeler yaşadı.
SAFAVİLER DÖNEMİ: 1508 yılında Şah İsmail Mardin’i ele geçirerek şehrin kontrolünü ele aldı. Safavilerin yükselmesiyle birlikte, Osmanlılar Anadolu’da üstünlüğü ellerine geçirmişlerdi. Mardin her iki devletin savaşına tanıklık etti. Osmanlılar tarafından bir yıl süren kalenin kuşatması sonucunda Yavuz Sultan Selim, 1516’da Mardin’i fethederek Osmanlı topraklarına kattı.
OSMANLILAR DÖNEMİ: Mardin Yavuz Sultan Selim döneminde 1516 yılında Osmanlı topraklarına dâhil edildi. Osmanlı devleti on altıncı yüzyılda zirveye çıkmasına rağmen daha sonraları, geçmişte Osmanlı Devleti’ni iyi yöneten idarenin daha sonraları modernize edilmemesi, dâhili ve harici sebepler, Devleti kurtarmak için gerekli etkin reformların yapılmamış olması yüzünden gerilemeye başladı. Osmanlı Devletinin çöküşünü hızlandıran harici sebepler ise, ticaret yollarının yön değiştirmesi, endüstriyel devrimi gerçekleştirememesi, modern askeri teknikleri uygulamadaki gecikmeler beraberinde çöküşü getirdi. Osmanlı Devletindeki entegrasyonun bozulmasının bir başka önemli nedeni de Fransız Devriminden sonra baş gösteren ayrılıkçı ve milliyetçi akımlar olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Sykes-Picot Anlaşması(16 Mayıs 1916) ile birlikte Osmanlı Devleti’nin parçalanmak istenmesi sonucunda aralarında Mardin’in de bulunduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin İngiliz ve Fransız Güçleri arasında paylaşılması hedeflenmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın gayretleriyle, Mardin, Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nden ( 23 Nisan 1920) ve Cumhuriyet’in 1923’te ilanından önce işgale karşı şiddetle karşı çıkmıştır.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ: Genel olarak tamamen bağımsızlığı hedefleyen Misak-ı Milli yayınlandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasından sonra olağanüstü yetkilerle Ankara’daki Meclis’e katılmak üzere Türkiye’nin her ilinden beşer milletvekili seçilmesi için seçim kararı açıklandı. Yeni seçilen üyelere ek olarak, İstanbul Meclisi’ndeki üyelerin de, Ankara’da yeni oluşturulan Meclise katılmaları için davet edildiler. Bunun üzerine, İstanbul Meclisi üyesi olarak 1919’da Mardin’den seçilen Derviş Vural da Ankara’da yeni oluşturulan meclise katıldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra, Mardin, bu ülkenin önemli bir kenti oldu. Dünya’da istikrarın gün geçtikçe güç kaybettiği bir dönemde, Mardin, konumu itibariyle yeniden dünya tarihinde önemli yer tutan o eski ihtişamlı günlerine dönmeye başlıyor. Mardin, aynı zamanda Akdeniz’den İran’a ve Anadolu’nun kuzey-güney ekseninden aşağı Mezopotamya’ya kadar uzanan geçmişteki ticaret rotasının yeniden önemli bir kavşak noktası olması için hedefine doğru emin adımlarla ve hızla ilerliyor.
Doğan BEKİN
Siyasetçi, Yazar, Çevirmen
A BRIEF HISTORY OF MARDİN
Mardin is a beautifully-built town strategically placed under a great and fortifiable rock on a hillside that dominates the hearth of northern Mesopotamia The Citadel crowns the hill. On the left as we enter the town from the west and up on the left too is the ruin of a great bastion, once a part of the lower city wall which linked up with the Citadel at either end. The contributions of the great architects, for their astonishingly beautiful ancient buildings,mansions,church es,stone bridges,bell towers, minarets, aquaducks, and citadels achieved a distinct way of using stone, one of the great styles in architecture and the most effective features in proportion of decorated areas of buildings.Large scale stone usage which by now had a long tradition in Mardin, commenced to be used during the Summerian period and continued during the Partian, Persian, Roman Periods and persisted well into the Byzantine and Islamic periods. Stone workshops at Dara, Nisibin,Saures, Midyat and particularly in Mardin made city planning more striking in this area during the Roman Period where Mardin turned into “ city of stone” Walls of mansions were made high and flat, of beautifully trimmed, light coloured stone. Entrances, in contrast, would be fantastically and finely worked, in lofty, pointed recession. The stone which displays views of the several civilization periods, emphasizes the cultural and artistic role Mardin played in the Mesopotamian history throughout the centuries of different civilizations of nations. The “stone splendor”, reflecting certain variety of different cultures persisted quietly in Mardin stone art. There must be a great deal more history awaiting discovery in Mardin for the culture and civilization of the world. Thus, when describing Mardin, it is important to understand the multi-cultural background of the cultural civilizations lasted for thousand years which are not mass of ruins as can seen at Dara, but main part of our heritage. Several different civilizations of Mardin are as follows: Prehistoric Cultures: The raw material that epitomizes the civilization of Mardin is clay and stone; in the most exclusively in the number of figurines and pottery artifacts and stone monuments, Mardin bears the stamp of clay as does no other civilization; and nowhere in the world but in Mesopotamia and the regions over which its influence was diffused was clay used as the vehicle for writing. Mardin has many languages, many cultures, is broken up into many historical periods, so that by its very variety it stands out from other civilizations with greater uniformity, particularly that of Mesopotamia and Egypt. Throughout the centuries of the civilizations, each century gave birth to the next. Mardin, an important city of the Northern Mesopotamia, inhabited since the Mousterian period (c.50.000 B.C.), was later among one of the most important regions in which settlement in permanent places with a food-producing economy began. Still in the hilly borders of Mesopotamia, a sequence of about 3.000 years of transitions can be followed at the Neolithic site of Jermo (c.5000.B.C.); the beginning of this settlement can be dated to around 6750 BC. The earliest pottery, which also yields evidence of domesticated animals and cultivated plants, though no trace of metals. This phase is found at sites extending from the Tigris to Mediterranean. Copper began to be employed c.4.500 B.C., in a period known as Tell Halaf, from a site on Khabour River. Here occurred a wider range of cereals and domestic animals, while technical developments included wheeled vehicles, cobbled streets, mastery of the principle of the vault, and high temperature kilns. The earliest peoples of Mesopotamia and particularly Mardin who can be defined from inscribed monuments and written tradition –people in the sense of speakers of a common language are apart from Sumerians , Semitic peoples (Akkadians or pre-Akkadians) and Subarians (the predecessors or near relatives of the Hurrians, who appear in northern Mesopotamia around the end of the 3rd millennium BC).Their presence in Mardin is known, but no definite statements about their past or possible routes of immigration are possible. It would be particularly important to isolate the Subarian components (related to Hurrian), whose significance was probably greater than has hitherto been assumed. At the turn of the 4th to 3rd millennium BC, the endlessly long span of prehistory is over, and the threshold of the historical area is gained, captured by the existence of writing. Names, speech and actions are fixed in a system that is composed of signs representing complete words and syllables.
About 3000 B.C. a new racial stratum, probably Sumerian, with Erech as its center , began to employ stone in building, including the cylinder seal and invented writing .As far as they can be assigned to any language, the inscribed documents from before the dynasty of Akkad (c.2334-c.2154 BC) are almost exclusively in Sumerian. This is an agglutinative language: prefixes and suffixes, which express various grammatical functions and relationships, are attached to a noun or verb root in a “chain.” It is most probabable; however, that Mardin of the 4th millennium BC, just as in later times, was composed of many races. The Sumerian and their Heirs: Despite the Sumerians’ leading role, the historical role of other races should not be underestimated. The following half millennium (Designated Early in Dynastic Period) saw the development in Mesopotamia of Sumerian city states.Te Sumerians also established much of the framework of Mesopotamian society for the next two millenniums. The Accadians (2350-2000 BC.): There are, therefore, good grounds for assuming that the Accadians (and other pre-Akkadian Semitic tribes not known by name) also originally led a nomadic life to a greater or lesser degree. Nevertheless, they can only have been herders of domesticated sheep and goats, which require changes of pasturage according to the time of the year and cannot stay more than a day’s march from the watering places. There are several reasons for taking the year 2350 as a turning point in the history of Mesopotamia and particularly Mardin. For the first time, an empire arose on Mesopotamian soil. The driving force of this empire was Akkadians.The names Akkad becomes synonymous with a population group that stands side-by-side with the Sumerians. The first five rules of Akkads named as Sargon, Rimush, Manishtusu, Naram-sin and Shar-kalisharri ruled for a total of 142 years. The Babylonian Period: The Sumerian renaissance, culminated in the early 2nd millennium in the unified kingdom of Babylonia under Hammurabi. During that period Mesopotamia was a mosaic of small states. Hammurabi played skillfully on the instrument of coalitions and became more powerful than his predecessor had been. Under Hammurabi’s son Samsuiliuna (c.1749-c.1712BC) the Babylonian Empire greatly shrank in size. The Babylonian period appears to have been a time of exceedingly active intellectual Endeavour- despite, if not because of, its lack of political cohesiveness. The Hurrians: The Hurrians enter the orbit of ancient Near Eastern civilization toward the end of the 3rd millennium BC. The high point of the Hurrian period was not reached until about the middle of the second millennium .In the 15th century , Alalakh was heavily Hurrianized; and in the empire of Mitanni the Hurrians represented the leading and perhaps the most numerous population group. The Mitanni and the Hurrian Kingdom: The weakening of the Semitic states in Mesopotamia after 1600 enabled the Hurrians to penetrate deeper into this region, where they founded numerous small states in the eastern parts of Asia Minor, Mesopotamia and Syria. Shortly after 1500 the kingdom of the Mitanni arose near the sources of the Khabur River in Mesopotamia. Weakened by internal strife, the Mitanni kingdom of the Hittites and the Assyrians. The kingdom of the Mitanni was a feudal state led by a warrior nobility of Aryan or Hurrian origin. The Hurrians were the predominant force in northern Mesopotamia and ultimately, under an Indo-Aryan aristocracy, they became the kingdom of Mitanni.Babylon was sacked in 1531 BC. By Hittites, thereafter falling to the Kassites, non-Semitic invaders from the Zagros Mountains. Assyria re-emerged from Hurrian domination after 1400 B.C. while the Kassites were gradually assimilated, so that by the 12th century native Semitic dynasties again ruled throughout Mesopotamia. The Assyria: Very little can be said about northern Assyria during the second millennium BC. Almost all princes had Akkadian names, and it can be assumed that their sphere of influence was rather small. Although Assyria belonged to the kingdom of the Mittani for a long time, it seems that Ashur retained a certain autonomy. Located close to the boundary with Babylonia. It played that empire off against the Mittani whenever possible. At Assyrria’s collapse in 612 B.C. its empire passed to the Babylonian (Chaldean) dynasty, whose most celebrated king was Nebuchadnezzar II. Persians,Greek and Seleucids: The defeat of Babylonia by Cyrus the Great in 539 B.C. brought Mesopotamia under Persian ( Achaemenid) domination. Cyrus united Babylonia with his country in a personal union, assuming the title of “King of Babylonia, King of the Lands.”His son Campbyses was appointed vice king
and resided in Sippar. This regime endured until 331 B.C. when it fell to Alexander the Great of Macedonia who conquered the Persians and expended his empire to include Iran and India as well as Syria, Mesopotamia. With this expansion ,Greek culture travelled far beyond the borders of the Greek world and intermingled with the cultures of the Near East. Alexander the Great who died in 323 B.C. was planning a world state centered at Babylon. It lost its position of importance by his death.. After Alexander’s empire disintegrated, the part from Iran to the Mediterranean falling in 301 B.C.to Seleucus, who built Seleucia on the Tigris as a provincial Mesopotamian capital . The most notable Seleucid ruler, Antiochus the Great ( reigned 223-187 B.C.), came into conflict with Rome. The decline of the empire of the Seleucids after 150 led to the incorporation of Babylonia into the empire of the Parthians between 141 and 129.The result was by no means a great political catastrophe.Nevertheless, it hastened the decline of the late Babylonian city culture. Mesopotamia (especially the district of Nisibis) was attached to the growing dominions of Armenia temporarily in the first century BC but was recovered for Parthia by Phraates III ( reigned 70-58/57 BC). With the rise of Roman power in the Near East, it assumed the character of a border territory between the Roman and Parthian spheres of influence, though it usually remained under Parthian control. The Roman Empire:The Roman leader Crassus led an army into Mesopotamia in 54 BC but was defeated by the Parthians at Carrhae in 53. In AD 114-117 THE emperor Trajanin two campaigns of A.D. 115 and 116, broke the power of Parthia and conquered the area and made it a Roman province, but it was abandoned once again to Parthia by Hadrian after Trajan’s death. Beginning in 165, the Romans once more occupied the northwest (including Mardin) portion of Mesopotamia. The impact of the Roman Empire domination continued until Byzantinium became new Rome in 330. During most of the period from the early 3rd century until the rise of Islam in the early 7th century, Mesopotamia remained a battleground between the Romans and (in the 6th and 7th centuries the Byzantines) and the Sasanian successors of the Parthians. As during the Parthian period, Roman influence was for the most part confined to the extreme northwestern part of the country- the area around Carrhae, Edessa,Nisibis, Dara , Mardin and Saures, near the Anatolian borders. During this period Nisibis became one of the chief centers of the Nestorian Christianity.The Roman Empire The Byzantine Empire: Byzantinium became New Rome when Constantine made it the capital of the Roman Empire in the year 330, after considering Troy and cold-shouldering Antioch and Alexandria. In the seventh century Mardin was taken by the Arabs. The Arab Conquest: From the time of the Arab conquest in 641, Mardin existed as an important province of Mesopotamia. In addition some elements of such important Arab tribes as the Taghlib, the Bakr and the Tamim played an outstanding part in the history of Mardin. The province of Mardin was subject to the Caliph at Mecca. The Umayyad caliphate transferred to Damascus, maintained a military hold on Mesopotamia through viceroys. By 750 the house of Abbas succeeded in establishing a rival caliphate in Mesopotamia at Kufa, which ultimately replaced the Umayyad dynasty except in Spain.The reign of Abu al Abbas as Saffah was taken up with fighting in the last Umayyads and asserting the Abbasid power. Abbasid caliphate endured for five centuries, and was initially a period of Mesopotamian political and cultural pre-eminence, in which a Persian culture played a large role. The Hamdanids: As early as 895, the Hamdanids, who were to come into prominence in Mardin during the 10th century, created an independend amirate in Mosul, and the Abbasid Caliph himself was sometimes induced to ask their help.The reign of Hamdanids in Mardin endured until 978 A.D. It reached its lowest ebb during the period of Buyid supremacy. The Abbasid caliphate left them with a free hand for their own political and religious aims. The control of the region was in the hands of the Ukaylids as early as 1012.The northern Jezira northern Mesopotamia) in general belonged to Ibn Merwan, a Kurdish Chief who attained the power and prestige of a minor king. The Seljuqs: When the power of Büyids had been usurped that of the Seljuqs was given a legal basis. The Seljuqs defeated the Mervanids(Ibn Merwan) at Nisibin in 1089 and the control of the Mardin region felt into the hands of the Seljuqs. The Zangids: In 1127 the Sultan Mahmood nominated Zengi to be lord of Mosul.Scarcely had he assumed control of the city than in 1130 sallied out and defeated the Ortoqids and seized Nisibin, Sinjar and Harran.
The Ortoqids: The Ortoqids enjoyed a long tenure of power in eastern Turkey.They governed Mardin region, either independently or underAyyubis,Memluks, Mongol and Karakoyunlu suzerainty, from the late eleventh century until the beginning of the fifteenth. The first Ortoqid, a chieftain of the Doğer Turkoman tribe, came to Anatolia in 1073, soon after Seljuk victory of Manzikert, and served under the Persian Seljuk Malikshah. His descendants settled in Mardin.The usual squabbling over inheritance led to the setting up of a small Ortoqid kingdom in Mardin. The Saladin’s domination in the region followed a decline of Ortoqid power. After 1234 only the Mardin branch remained. In 1260 Al malik al Said resisted the Mongols but his son, Al Muzaffer, capitulated, accepted their domination and thus saved the Mardin dynasty. They became loyal servants of the Ilhans of Persia.T.he Ortoqids were military aristocracy .The Ortoqids showed a great respect for Arab culture and went tolerant towards all kinds of sects, Moslem and Christian. The Sultan Salih connived at the Kara Koyun capture of Mardin in 1408, in exchange for Mosul and Ortoqid rule in Mardin was over. The Mongols(Ilkhans) : The Mongols were nomadic eastern Asiatic tribes.A great- grandson of Genghiz Khan, Hulagü by name, founded the Ilhan daynasty of Persia. The ilhands of Persia were nominally vassals of the great Khan of the east.Abu Said was the first Ilhan to bear an Arab name and his death in 1335 marks the end of the Persian Ilhan Empire. The Ilhan Empire dominated Mardin during the rule of the Ortoqids. Their domination lasted until the death of Abu Said in 1335. The Timur Lenk( Tamburlaine): In the opening year of the fifteenth century, Timur,swept through Anatolia to sack Mardin and other cities.The whole city of Mardin was shattered by the Timur Lenk invasion. The Karakoyunlu: The Akkoyunlu: The Safawids: In 1508 Safawid İsmail, occupied Mardin and gained the control of the city.Simultaneously with the rise of the Safawids, the Ottoman Turks had achieved supremacy in Asia Minor. The two dynasties clashed in Mardin and it was taken by Selim I, the Grim, who added it to the Ottoman domains in 1516. after a year’s siege of the Citadel. Mardin was in the nominal control of the Ottomans. The Ottomans: Mardin was taken by Selim I, the Grim in 1516 when the Ottoman Empire had reached its zenith in the sixteenth century and began to decline thereafter as a result of both internal and external reasons as the Ottomans failed to modernize the institutions which had well served the Ottomans in the past were outmoded and was unable to introduce effective reforms to save the State.The external reasons for the decline of the ottoman State include the shifting of trade routes, its failure to participate in the industrial revolution and its failure to adopt more modern military techniques until too late.Perhaps the effective force of disintegration in the Ottoman State was the rise of the separatist and nationalist movements following the French Revolution. During the First World War, the Sykes-Picot Agreement( May 16,1916) proposed partition of Mardin and the Southeastern Region between French and British Forces after the division of the Ottoman State.With Mustafa Kemal’s efforts Mardin resisted for partation and foreign occupation before the formation of the Government of the Grand National Assembly (April 23,1920) and the Republic in 1923. The Turkish Republic: The National pact(Misak-I Milli) was issued.In general, the National pact emphasized complete independence: After the summoning a meeting of the Turkish Grand National Assembly,new elections were to be held to elect five representatives from each province of Turkey, to attend the Assembly with extra-ordinary powers in Ankara and in addition to the newly elected representatives,the members of Istanbul Parliament were also invited to attend the newly formed Assembly in Ankara. Thereupon, the Deputy Derviş Vural who had been elected from Mardin in fall of 1919 as the member of the Istanbul Parliament has also attended the newly formed Assembly in Ankara.Upon the establishment of the Turkish Republic, Mardin has became an important province of the Turkish Republic. Despite the vicissitudes of the world stability day by day, Mardin is returning back to its glorious days as its situation has therefore made it important since very early times in human history.It was also an important crossroad between trade routes from the Mediterranean to Persia and north-south from Anatolia to lower Mesopotamia.
Doğan BEKİN
Politician, Author, Interpreter