MEDENİYETLER BEŞİĞİ MARDİN
Mardin, bulunduğu coğrafyada antik dönemlerden günümüze kadar önemini hiç kaybetmeyen istisnai özelliklere sahip bir kenttir. İnsanlık tarihinde derin izler bırakan pek çok özellik Mardin’de bir halita haline gelmiştir. İnanç sistemlerinin bütün numuneleri bu şehirde kendilerine başlı başına hayat hakkı edinmişlerdir. Pagan inanışların ve semavi dinlerin farklı zaman dilimlerindeki saltanatları, görkemli yükselişleri, abidevi mekânları, dini, ticari, sivil mimari örnekleri farklı yapı motiflerinin oluşmasını sağlamakla kalmamış aynı zamanda Mardin’i sosyal ve kültürel bir merkez haline de getirmiştir. İnsanlar ve mekânlar; inançların ve kültürlerin en bariz ipuçları bu iki kavramda gizlidir. Dolayısıyla mimari üslup şehirlerin ve burada yaşayan insanların geçmişini, bugününü ve geleceklerini en iyi ifade eden göstergeleridir. Mardin bu cephede sadece bulunduğu coğrafyada değil, tüm dünya üzerinde inşa edilmiş olan birkaç numune şehirden biridir. Üzerinde hayat bulan pek çok uygarlığın dolayısıyla farklı inançların, dini ve sivil mimarilerinin istisnai örnekleri adeta insanla konuşan, mazinin bütün hatıralarını duyarlı kalplere fısıldayan bir ravi gibi canlı ve yerli yerinde durmaktadır. Dünya medeniyet tarihinin mihenk taşı olarak kabul edilebilinecek pek çok eseri ve bu medeniyetlere ait derin kültürel izleri Mardin’de bulmak mümkündür. Taş, birbirinden farklı olan bu medeniyetlerin müşterek lisanı olmuştur. Kale, sur, konak, han, hamam, yol, su yolu gibi hayatın sürekliliğini sağlayan pek çok yapı, taş ile inşa edilmiştir. Dil, din ve ırkın ayrımı taşın inşa gücünde adeta yok olmuş, eserler tek vücut haline gelmiştir. Dolayısıyla art arda gelen medeniyetler, Mardin yapı sanatında kopuk ve farklı mecralarda olmaktan ziyade, bir bütünü oluşturan parçalar halinde inşa edilmiş hissini uyandırmaktadır. Medeniyetler kendilerinden bir öncekini tamamladıkları gibi, farkında olmadan bir sonrasının dokusunu da hazırlamışlardır. Bu durum Mardin’e özel bir şans olarak kabul edilebilir. Kentin marnlı kireç taşından yapılmış olması antiseptik (mikrop öldürücü) özelliğe sahip olması anlamına da gelir. Geçmiş dönemlerde “hastanelerin” kireç taşından yapılma mecburiyetini, ölçü olarak kabul etmek gerekir. Böylece Mardin, kireç taşının antiseptik özelliğinden dolayı Kudüs ve benzeri antik kentler gibi hijyen bir şehir olma özelliğine de sahip olmuştur. Mardin’de derin hoşgörü esasına dayalı olan sosyal hayat mimaride de kendini göstermiştir. Yapılar, komşuların birbirlerine duydukları saygı ve sevgiyi ispat edercesine birbirlerinin güneşini, havasını, rüzgârını kısmen dahi olsa engellememe prensibiyle inşa edilmiştir. Böylece, marnlı kireçtaşından yapılan özgün formlu binalar Mardin topografyasının tipik özelliğiyle birleşerek yamaçtan aşağılara doğru birbirlerinin bakış açısını engellemeden Mezopotamya ovasının eşsiz güzelliğini şahin bakışıyla izlercesine sıralanmışlardır. Bu durum şehre mahsus mistik bir atmosferi de beraberinde getirmiştir. Taş evlerde bir katın bir sokağa, diğer bir katın farklı bir sokağa açılması topografyasının gereğidir. Arazinin çok eğimli olması, mimarî dâhiliği de beraberinde getirmiştir. Coğrafi zorluklar, lâbirenti andıran gizemli sokakları daracık ve çoğu yerde basamaklı hale getirir. Bazen evleri birbirinden ayıran “Abbara” olarak adlandırılan üzeri beşik tonozlu tüneller ise insanı tarihin derin dehlizlerinde yolculuğa götürür ve bir müddet sonra aydınlık dünyaya çıkartır. Bu bağlamda, Mardin’i farklı kılan bütün bu özellikler, Batılı oryantalistlerin cazibe merkezi haline gelmesini sağlamış ve birçok batılı gezgini Mardin’e gelmeye teşvik etmiştir. Doğu’nun merak uyandıran yaşantısı ve derin mistisizmini yakından görmek, bu konuda eserler üretmelerine de sebep olmuştur. Hatta Mardin’e hiç gelmediği halde 1678’de Mardin’in ağaç baskı gravürünü yayınlayan ünlü oryantalist Olfert Dapper’in çalışması büyük ses getirmiştir. Daha sonraları John Guest, Grathan Geary, Carsten Niebuhr, James Silk Buckingham, gibi ünlü gezginler de Mardin’in gravürlerini yayınlamışlardır. Auguste Wahlen ise Mardin tiplerini litografi baskı ile yayınlamıştır.
Ottavian Hottenroth gibi Batılılar da Mardin’e gelen gezginler arasındadır. “Cartes Postales Illustrées (Resimli Posta Kartları) ‘in önem kazanmasıyla beraber, Mardin’in de arasında bulunduğu Doğu’nun mistik havasını yansıtan kartlar üretilmeye başlandı. İlk resimli posta kartları litografi yöntemiyle basıldı. Bunların bir kısmı elle boyanırken bir kısmı siyah beyaz olarak piyasaya sürülüyordu. Bu işlemlerde düotom tekniği kullanılıyordu. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirminci yüzyılın başlarında, D. E. Duverger, Wattar Fréres, gibi sanatçılar Mardin’in değişik fotoğraflarını çektiler. Sultan Abdulhamid de boş durmayarak Mardin’de çekilen bazı fotoğrafları Yıldız Saray Atölyesi’nde bastırarak tarihe önemli bir katkı sağlamıştır. 1840-1855 yılları arasında, kalotip, cam üstüne albion baskı, ıslak kolodyon, kuru kolodyon ve mumlu kâğıt negatifler gelişti. 1890’dan itibaren kartpostallar (Cartes Postales Illustrée) bir tutku haline dönüştü. Dönemin ünlü fotoğraf sanatçıları Osmanlı Devleti’ni karış karış gezerek ilginç kartpostallar hazırladılar. Kasım 1900’de Babıâli’nin genelgesiyle, Müslüman kadınların portreleri ve dini binaların fotoğraflarını içeren kartpostalların üretimi ve dağıtımı yasaklandı. Bu yasak bu konuda mevcut olan fotoğraf ve kartpostalları daha da değerli hale getirdi. 1900’lerden sonra her şey hızla değişmeye başladı. Bu değişim ile birlikte kolotip renkli baskı sürecinin başlamasıyla “Cartes Postales Illustrées” lerde daha gelişmiş baskı teknikleri kullanılmaya başlandı. Bunun sonucu olarak, kartpostal üretimi büyük bir hız kazandı. Mardin de bu gelişmelerden az da olsa nasibini aldı. Sarrafian Bros. (Sarrafian Biraderler), Cl. Thévenet, Wattar Fréres gibi tanınmış fotoğraf sanatçıları Mardin’deki güzellikleri fotoğraf karelerine aldılar. Özellikle Abraham Sarrafian’ın Mardin Tipleri çok önemli bir çalışmadır. Ne yazık ki, yüzlerce fotoğraf karesinden oluşan bu koleksiyondan geriye sadece parmak sayısıyla hesaplanabilecek sayıda kartpostal kalmıştır. Serge Tisseron fotoğraflar için “Sevdiklerimiz ve değerlerimiz yok olduğunda bizi avuturlar.” cümlesini kullanmıştır. Oysaki bu avuntu görecelidir. Gerçek olansa yok oluşu temsil eden karelerdeki yitik değerlerin anlık avuntularıdır. Karelere hapsedilmiş olan geriye dönülmezlik ve kaybedilen değerlerin, eserlerin ihtişamlı duruşlarının bir daha asla gerçek olamayacak mevcudiyetlerinin, büyük kayıplarının kalplerimizde bıraktığı sızı olacaktır. Geçmişe ait fotoğraflar geri getirilemez yokluğun seyir terası gibidir. Biz Mardin seyir terasından Mezopotamya Ovası’na, Ova’dan Mardin’in tepelerine mazide bir yolculuk düşledik. Otuz yılı aşkın bir koleksiyon ve arşiv çalışmasıyla mevcut olan zamandan itibaren Mardin’i karelerinde saklayan her bir fotoğrafı iğneyle kuyu kazar misali dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar ulaşıp almaya, Mardin sevdamızın iştiyakıyla; evladının sandığına çeyiz biriktiren anne şefkatiyle derleyip toparlamaya, biriktirmeye çalıştık. Bugün gelinen nokta binin üzerinde fotoğraf, gravür ve belge… Bundan asıl amaç, Mardin’i binlerce yıldır Mardin yapan ve ayakta tutan kültürel mirasın ve değerlerin yok olmaması için geçmişteki hatalardan ders çıkararak, mevcut tarihi varlıkları evlat değerinde görüp onları korumanın çaresine bakmaktır. Bavyera Kralı I. Ludwig (1786-1868) yaptırdığı binalarla Münih’i bir sanat merkezi haline getirmiştir. Keza, 1852 yılında Paris Belediye Başkanı olan Baron Haussmann, kısa zaman dilimi içerisinde kentin dokusunu bozan çarpık yapılaşmaları bir bir yıkarak, kenti gerçek kimliğine kavuşturmuş ve Avrupa kent uygarlığının yarattığı ideallerin en ihtişamlı anıtı haline getirmiştir. Haussmann’ın ortaya koyduğu bu devasa kentsel projenin bir benzerinin Mardin’de vücut bulması artık kaçınılmaz bir olgudur. Bu konuda sınırlı imkânlarla büyük mücadele veren değerli yetkililere hepimizin imkânlar ölçüsünde destek vermemiz gerektiği kanaatindeyiz.
Doğan BEKİN
Siyasetçi, Yazar, Çevirmen