Irak,Suriye,Yemen,Afganistan ve Libya gibi iç savaşların ortaya koyduğu “ziftli medeniyet” karanlığının necat şafağını bekleyişte, çatışma arasında rehin kalan beyaz gelinliğinin ışıltısı ile kapkara renge dönüşmüş yazgısı savaş çarkın dişlileri arasında sıkışıp kalmış , acı ile feryadı yüreğinde mezceden bir annelerin dramları yürekleri burkmaktadır.
İnsanî ve vicdani duyarsızlığın iliklerimize kadar işlediği günümüz dünyasında, duyarlı bir davranış sergileyebilmek artık büyük bir meziyet arz etmektedir. Bugün, yüz yüze kaldığımız olaylar örgüsünü büyük bir duygu inceliği içerisinde ele aldığımızda, gerçekliğin tek boyutlu olmaması gerektiği konusunda kendi kendimizi de sorgulama ihtiyacını duymak durumunda kalıyoruz.
İslam coğrafyasında yaşanmakta olan acılar karşısında daha fazla direnemeyen çocuk yürekler, içinde bulundukları zorlukların farklı yönlere çevirdiği hayat çizgilerinin ileride kendilerine ne gibi roller hazırlayacağının farkında olmadan, güvence altında olamayacak olan yarınların umut beklentisi içerisinde sağa sola doğru savrulmuş durumdadırlar.
Savaştan kaçarken yüz yüze kaldıkları tüm çaresizliklere rağmen, yaşam savaşı vermekte olan çocukların acılı dramını görünce Sabahattin Eyüpoğlu’nun dizeleri geldi aklıma: “Bendim, diyor eski zaman kuğusu/Mağrur ama umutsuz kanat sıyıran/ Yaşanacak yeri aramaz mı insan/Bastırınca kısır kışın sıkıntısı?”
Küresel güçler tarafından eski Roma lejyonerlerin askeri taktikleriyle sürdürülmekte olan bu acımasız savaşlarda en çok körpe çocukların yürekleri dağlanırken, çocukların dramı ise belki de Ortadoğu’daki savaşın özeti niteliğindedir. Batı oryantasyonlu eski Roma Lejyonundan hareketle, küresel güçlerin politikalarını aynen uygulamakta görevli sözde stratejik ortak ve müttefiklerin boyunlarına takılan “ Légion d’honneur” yerine, asıl iç savaşların mağduru olan masum ve savunmasız çocukların durumlarının gündem konusu olması gerekmez mi?
Tam da bunları düşünürken, hayatının son yıllarını müptelası olduğu alkol yüzünden Ankara sokaklarında geçiren ve bir bira şişesi alabilmek uğruna fırçasıyla hayal gücünün derinliklerinde derin izler bırakan ve belki de yaşamında tutsak ettiği sevgisizliği bastırabilmek adına yalın anlatımla “sevgi ve şefkat” üzerine saf ve masum “anne ve çocuk” temalı resimlerini tuval üzerine yansıtan ve 1988’de siroz iletisinden hayata veda eden pastel resminin ünlü ismi RessamTuncay Betil Hanımefendi geldi gözümün önüne.
Tuncay Betil, hayatının son noktasına kadar büyük bir onurluluk örneği göstererek, muhtemelen geçmişte yaşadığı travmaların aksine, hep çocuksu ruhunun yaşanmamış güzelliklerini fırçasına yansıtmaya çabalıyordu. Bir ara koleksiyonumda da önemli yere sahip olan resimleri bana ayrı bir dinginlik hissi veriyordu.
Tuncay Hanım ile savaş mağduru masum çocuklar arasındaki derin psikolojik bağları az çok çözebilmek mümkün olabilir ama bu müstesna ressamın resimlerini elde edebilmek adına zorluğundan istifade edilerek kendisine verilen üç beş kuruş aslında söz konusu ressamı daha biraz daha alkol bağımlılığı ve ölüme doğru iteklemekte idi
Benzer şekilde, İslam coğrafyasında cereyan etmekte olan vekalet savaşını da kim kazanırsa kazansın, asıl kaybeden küçük yürekli çocuklar ve onları bu durumlara düşürenler olacaktır.
Doğan BEKİN